12 Aralık 2010 Pazar

Sex and the City

1990’ların en iddalı televizyon dizisi, dünyadaki tüm genç kadınları etkileyen fenomen; moda, yaşam tarzı ve ilişkiler hakkında ayrı bir ekol olan yapım...
Her şey çok heyecanlıydı  ve on yıl sonra da var olacağı belliydi... Peki neydi tüm dünyada 20-40 yaş arası tüm genç kadınları etkileyen bu dizide?... Dört farklı karakter, hatta birbirine zıt! Sadece filmlerde mi olurdu bu ‘birimiz hepimiz için’ kombinasyonu?
Belli bir dönemden sonra; evlilik ve çocuk sürecinde, bayanların hayatlarında önceliklerin sırası değişmekte ülkemizde... kısaca “hayatın akışı”diyoruz buna. Her hafta görüştüğümüz arkadaşlarımızla görüşmemeye veya sırlarımızı “sınırlı” olarak paylaşmaya başlıyoruz, ya da ortak konulardan bahsediyoruz ‘bebek maması’ gibi sadece... Oysa her şeyin ilk sürecini bilen bu insanların hayatımızda ne olup bittiğini bilmemesi söz konusu değil ama, onlar da kabul etmek zorunda sizin yeni halinizi (diye kabul ediyoruz).
İşte dizide farklı olan bu! Ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın; her şey bu dört kadın arasında yaşanıyor... Carrie (baş karakter), evleneceği adam tarafından yarı yolda bırakıldığında diğer arkadaşları hayatlarını ona endeksleyebiliyorlar, o toparlanana kadar.... Chalotte (diğer üç karakterden biri), Carrie’yi terkeden adamı gördüğü zaman ağzının payını verebiliyor, Miranda’nın evliliğinde bir problem olduğunda veya Samantha yanlış birşey yaptığında, arkadaşları ayna gibi vuruyor yüzlerine tüm gerçekleri... Aşk, evlilik, çocuk, aldatma, ve her durumda birbirlerinin yanında duruyorlar “dürüstçe” ve “çıkarsızca”... Paylaşabiliyorlar kısaca...
Bizler yaşadığımızı sandığımız veya yaşamayı arzu ettiğimiz ama yaşamadığımız “dostluk” örneğini burada gördüğümüz için izliyoruz aslında...  Bir düşünün... Kaçınızın 3 çok özel arkadaşı var, cinsel problemlerinizi konuşabildiğiniz? Partnerinizle veya eşinizle yaşadığınız bir problemi kaçınız paylaşabiliyor onlarla? Kaçınız arkadaşınız yalnız hissediyor diye kendini, gece yatağından kalkıp yanına gidebiliyor? Yoksa “yarın konuşuruz” mu cevabınız?... “Ben yapabilirim” diyor olabilirsiniz okurken, ama itiraf edin yapmıyorsunuz...Arkadaşlıklarımız, yakın bile dediklerimiz hep bir kalıp içinde... iyi günlerde hep yanyanayız ama ya diğer günler??? Niye ‘düştüğümüz’ anlarda yanımızda olmasını istemiyoruz iyi gündekilerin...  
Belki sadece bizim toplumumuzdadır bu; sonradan edilen “uzaklık hali”, belki  toplumsal kuralların baskın olduğu tüm yerlerde, belki de tüm dünyada...bilmiyorum; 10 yılını, 20 yılını paylaşacaksın, ama sonra evlenince “her şeyimi kocamla paylaşacağım” anlayışı !??!?!?!?!?! Tamam facebook’tan tüm arkadaş listene deklare etmiyeceksin ya da gazeteye ilan vermeyeceksin yaşadıklarını, ama senin hayatının bugüne kadar en iç halkasında olan insanları nasıl dış halkalara iteceksin? Ondan önemlisi “Niye” bunu yapman gerektiğini hissediyorsun?
Aslında bir  ya da iki kişi yine de olabiliyor hayatımızda “özelimizi” belli bir derecede paylaştığımız ama dört kişilik özel bir grup... ben en azından hiç görmedim... Hatta grup arkadaşlıklarda ikili ittifaklar oluşturulur ve grup içi dedikodulara gidilir tanık olduğum... yüzüne gülünür, arkasından laf söylenir... yani ‘yalandır’ aslında o arkadaşlıklar da...
“Sex and the City” arkadaşlıklarınız varsa, sıkı sıkıya sahip çıkın onlara... yoksa... büyük bir kayıp!
05.09.2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder