Ailemin tek çocuğu olduğum için, evde oyun oynayacak yaşıtım genelde olmadı, bizi ziyaret eden kuzenlerim ve çocuklu misafirler dışında. Bu nedenle sokakta oyun saatleri bittikten sonra mahalle arkadaşlarımla, kendi kendime oyunlar oynardım odamda. Oyuncaklarım vardı, hiçbiri bebek olmayan; ya maymundular ya penguen özel isimleri olan, farklı boylarda. Ve hikayeler yazdım onlara, dünyanın en yüksek dağına (yani kütüphanenin en üst rafına) tırmanırdık mesela... veya patenle kayardık koridorda. Her oyunun bir hikayesi vardı kafamda; hepsi farklı ve heyecanlı tarzda.
17 yaşımda, Ankara’da yeni bir döneme girerken hayatta, benzer hikayelerdi beni kurtaran sıkıntılı anlarda. Durakta, restorantta, kütüphanede hatta sınıfta, çeşitli hikayeler yazdım kafamda, hayali olaylarla. İlk ay neredeyse ev kiram kadar para verdiğim dilenci çocuklar kahramanlarımdı, babaları evde hasta. Polisler, memurlar, ayakkabı boyacıları ve simitçiler... ve sokakta gördüğüm bir çok insan için hikayelerim oldu, onlar savaşırken yaşamla.
Geçtiğimiz son yedi yıl, sabah işe giderken, turuncu tulumuyla aynı yeri süpüren çöpçü girdi aklıma, hikayeleri hep yaşama dair oldu; ne Kıbrıslıydı ne de Türkiyeli bu adada...
Trafikte, banka sıralarında ve sıkılarak uzaklaşmak istediğim tüm anlarda, küçük hikayelerim oldu benim; anlatılmamış ve unutulmuş, ben geri dönerken hayata...
26.08.2010
26.08.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder