Olur ya, bir çok planınız vardır o gün için; önceden söz verdiğiniz arkadaşlarınız, yapılacaklar listeniz, sporunuz, kahve randevunuz... ama kontrol edilemeyen sebeplerden her birini farklı bir güne atmak zorunda olursunuz istemeden. İşte bugün, benim için o günlerden biriydi; önceden kesinleşmiş programlarım vardı arkadaşlarımla, yoga dersim, yemek randevum ve yapılacaklar listem... ama sabah 07:30’da beni ağlatacak kadar kötü bir ağrı ile uyandım, boynum ve sırtımın sağ üst tarafında. Tam yarım saatte yataktan kalkıp kas gevşetici, ağrı kesici ilaçlar ve jeller için başım döne döne mutfağa gittim...
Tahmin edebileceğiniz gibi tüm gün evde, mızmızlanarak, 10 dakikada yatarak 20 dakikada kalkarak, kah uyuyarak, kah sıkılarak geçti...
Asıl anlatmak istediğim bu sıkıcı ve iç karartıcı gün değil elbette... Anlatmak istediğim neler düşündüğüm ve hareket etmeyi reddeden vücudum yerine, normalden fazla çalışmayı tercih eden beynimin yumurtladıkları...
Tabii böyle durumlarda hemen hemen herkesin aklına gelen ilk şeyi düşündüm önce; “Ya ömrüm boyunca böyle bir hayata sahip olsaydım!?...”, Allahtan durum geçici, 2 gün, 3 gün beni sınırlayacak ama sonra ‘esaret’ sona erecek. Peki bu esareti müebbet olanlar!?!? Başını kaldırıp yıldızlara bakamayanlar... elini uzatıp yavru bir kediyi veya köpeği sevemeyenler...araba kullanamayanlar...bilgisayarın klavyesinine dokunamayanlar... bunları ve yüzlercesini bir tarafa bırakın, ülkemizde çeşitli destek altyapılarına gerek duyanların zor yaşamı... Durdum müebbet durumu olan birini düşündüm; çocukluktan yaşlılığa, neler yaşayacaktı... ne zorluklarla karşılaşacaktı ‘cennetten bir ada’da... Sonuç hiç iç açıcı değildi aslında, neredeyse bir yıl geçmesine rağmen sel sonrasında tam kapasite çalışamayan hastanesi olan Kuzey Kıbrıs’ta...
Sonra, “Zaten içim sıkılıyor, bir de depresif depresif düşünüp durumu daha da kötüleştirme” dedim, ve televizyonda ne var ne yok diye kanallar arası zıplamaya başladım... ve düşünme eksenimi değiştiren bir söz duydum; “Hayat bir gündür ve o gün; bugündür!”.
Evet sabah uyandığımızda, o gün ne ile karşılaşacağımızı bilemeyiz. Planlarımız olablir, randevularımız, yapılacaklar listemiz... ama nasıl beklenmedik bir spazm çıkmışsa bugün benim karşıma, her hangi geçici olmayan bir şey de olabilir... O yüzden her anın tadını çıkara çıkara yaşamalıyız, geçiştirmemeli ve ertelememeliyiz hayatı... Sabah içilen çayın tadını, gökte hareket eden bulutların dansını, şapşal şapşal uçan arının vızıltısını duyarak, görerek, severek yaşamalıyız her anı...
O yüzden her sabah uyandığınızda kendinize bir söz verin; “Bugün tüm programlarım, görüşmelerim arasında kendime zaman ayırıp yapmayı özlediğim bir şeyi yapacağım” diye... Belki tüm günü mevcut sistemde ve sorumluluklarınızdan ötürü istediğiniz gibi doya doya yaşayamazsınız, ama kendinize ayıracağınız o süre olmazsa ne farkı kalır hayatın bir ‘müebbet hapisten’...
14.10.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder