30 Aralık 2013 Pazartesi

Yolcu

Yağmur yağıyordu, ılık bir yağmurdu...zevkle yağan, sanki yağmaktan mutlu olan. O, bu yüksek tepede, eski mermer sahanlıkta, yağmurun altında, yerde oturuyordu, ve sadece beyaz mermere vurarak zıplayan, zıplayarak dans eden damlacıkları seyrediyordu...

Ne kadar süredir yağmurda oturuyordu? Zamanın farkında değildi, ama keşişlerin giydiği ve ona verilen kumaş elbise artık ağırlık yapacak kadar ıslanmıştı... Ayağa kalktı, kendi kadar ağırlaşmış kumaşı orada bıraktı ve alttan giydiği keten pantolonuyla yürümeye başladı, beyaz mermer koridorda. Vücudundaki tüm hücreler, sanki temiz havayla buluşmanın hafifliğine ulaşmıştı, kalıntı duvarlar arasından çıktı, mermer patikada tepenin en yüksek noktasına doğru giderken, bu görkemli ama yıkılmış yapının nelere şahit olduğunu düşündü... Acaba kendi gibi yolcular da buradan geçmiş ve O'na varmış mıydı?..

Dünyanın en önemli şehirlerinden birinde, herkesin gıpta ettiği yaşamından bir hırsız gibi gizlice kaçmıştı. Ne erkeklerin hayalini süsleyen sevgilisinin bundan haberi vardı, ne de sekreterinin... Onu en son havalimanı park yerinde; nerede tanıştıklarını hatırlamadığı bir kadın görmüştü. Ona da kimse birşey sormazdı zaten...

Bu çok uzak ülkenin, belki de unutulmuş köşesine, bir telefon görüşmesi aracılığıyla gelmişti, beklemediği anda gelen ve duyduğu sesle irkilmesini sağlayan, o telefonla... Uzun ve bağlantılı hava ve deniz seyahatlerinden sonra, tabiri caizse; tüm kimliğini yolculuğun başında bırakmış, çıplak ve ham haliyle oradaydı artık, tepenin en manzaralı yerinde.

Son mermerden, ıslak otlara basarak koruya doğru inmeye başladı. Hala yağmur yağıyordu, ama daha hafif ve serin bir şekilde... Tepeden hızlıca, koşar gibi koruya doğru indi. Bu yolun, onu tüm korkuları ile yüzleştirecek, hayatını değiştirecek, belki de tanıyacağı en farklı kadına götürdüğünü biliyordu...
Nasıl bu raddeye gelmişti? Bir hafta önce, biri ona bu yolculuğa çıkacağını söylese, güler, dalga geçerdi! Ama şimdi burdaydı...

Küçük koru, gümüş renkli gölü çevreliyordu, yavaşça göle doğru yürüdü. Hafif yağan yağmur, ağaç yapraklarından toprağa ulaşamıyor, ama yapraklara, ağaç gövdelerine vurarak müzik gibi ses çıkarıyordu... Sanki bu seste, zaman yok oluyordu, ne geçmiş, ne de gelecek vardı... Ne soğuk, ne sıcak vardı, ne gece, ne gündüz, ne yaz, ne kış... Sadece yağmur sesi vardı...

Ağaçlar arasından, göle vardı. Kocaman, cam gibi, gri beyaz bulutların yansıdığı, ayna gibi gölün kenarında, eski bir sütun kalıntısı olduğu belli, büyük mermerin üzerine oturmuş birini gördü. Ona doğru yürürken, siyah lacivert o gözler, üzerine kilitlenmişti... Zaten gelmesini beklediğini biliyordu, ama yürürken tereddüt etmeye başladı...
Ne yapıyordu burda?
...

İşte tüm korkuları ile yüzleştikten sonra, ayrılık vakti geldiğinde, bana bunları anlatmıştı, yolculuğunun başındaki halini bilmemi isterken...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder