Yeni yıldan sonra, tüm vitrin ve ürünlerin “aşkın rengi”
kırmızı ile donandığı ikinci dönemdir şubat ayı; sevgililer teması ile...
Balonlar, çiçekler, kıyafetler, özel organizasyonlar vs. Tabii ki, tarihçesi ve
anlamından farklılaşmış olarak değerlendiriyoruz 14 Şubat’ı ama; bunu da normal
karşılamak lazım, globalleşen tüketim anlayışlarıyla...
Aslında “kırmızı” temasında, asıl üzerinde durulması
gereken; insanın kendiyle olan savaşında ve aşkında ‘nerede olduğu’ ve ‘hangi
renge takıldığı’, kırmızıyı başkalarıyla olan diyaloglarında irdelemeye
başlamadan önce...
Ne kadar seviyorsun kendini? Yaşanmışlıklarınla olan ilişkin
nerde? Kendini ve geçmişini affettin mi bugünde? Yoksa duyguların canlı mı
kapının arkasındaki gölgede?..
Sevmeden kendini, suçlamaları ve pişmanlıklarını
temizlemeden kalbinden, ne verebilirsin karşındakine? Nasıl sevgili, nasıl
“kırmızı” olabilirsin, kendini kandırmayı vazgeçmeden önce?
Evet, kim olduğun, ne kadar kazanıp, nasıl bir hediye
aldığın önemli değil özel günlerde; kırmızı ya da farklı bir renkte. Önemli
olan sevgini, ilgini, duygunu ne kadar verebildiğin karşındakine, belki de
sadece bakışındaki gerçeklikle, sözlerindeki yalınlık ile...
Bunun için de; bence, kendiyle olan ilişkisini iyiyce bir
kurcalamalı insan, rahatsızlık veren renkleri bulmalı, yaşananları olduğu gibi
kabul etmeli ve kendini her haliyle sevebilmeli önce... Aksi halde, kendi sevgisizliği, kendi açlığı,
hiçbir sevgi ve ilgi ile geçemez ve kalır hep uzak renklerde; ister kendisi,
ister aşkı ile olan ilişkisinde!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder