Bazı
zamanlar oluyordu, bazen günlerce süren. Hiçbir hissin ve duygunun
yeşermediği, dönen akrep ve yalkovana rağmen, tek bir an’a asılı kalmış
gibi ruhun, akan zamanı göremediği...
İnsanlar,
kalabalıklar, sesler... gece, gündüz, soğuk, sıcak, acı, tatlı...
hiçbir algının anlam taşımadığı ve bu anlamsızlığın, anlam bulduğu
zamanlar...
Zihnin
boş, yüreğin boş olduğu bu dönemde, etkenleri bilinmezde iken yaşayana;
tek ses kalıyordu duyduğu ve manalandırdığı; derinden gelen kendi
nefesinin sesi...
İyi
miydi? değil miydi? bu hissizlik durumu bilinmez ama; daha önce
yaşananlarla, kendi içinde çelişen, tezatlıklar oluşturan, zıtlıkları
barındıran bir algı doğuyordu en sonunda; hani “hissetmeden yaşanmaz!”
dı diye sorgularken ters uçlarda...
Nasıl
olacaktı sonu? Nereye varacaktı bu zamansızlık halinin son tekrarı?
Cevabı var mıydı boş soruların? Yoksa cevaplar ortasında mıydı
zamanın?...
Hiç sorgulamadan, nefes zamansızlığa inat duyuluyordu kulaklarında...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder