Akşam, herkesin evine çekildiği, benimse kendime armağan ettiğim anlar…
Mevsimi
fark etmez, en çok sevdiğim gün dilimidir akşam, günü arkamda
bıraktığım; yorulduğum, belki üzüldüğüm, ya da sevindiğim yoğunlukları
omuzlarımdan attığım…
Evlerin
mutfak ve oturma odası ışıkları tek tek yanar, insanlar içerilere
çekilirken, asfaltın sessizliğinde, duyduğum ayak seslerimle, yürürüm,
kendi kendime. Belki de kendi içimedir bu yolculuk, günün değişen bu
saatinde...
Detaylar
yok olur bu saatlerde; yolların çatlakları, ağaçların kurumuş dalları,
hatta boş arsalardaki atık yığınlar… Sanki koyu renk bir gece elbisesi
giymiş gibi etraf, görünmez çarpıklıklar, turuncudan griye dönen gökte…
Herşey
güzeldir, günün bu anında… Artan karanlığa doğru yürürken, sanki
bilinmeze doğru ilerlerim kendi içimde, ve en sevdiğim yolculuktur bu;
beklentisiz ve sadece yolu kat etme isteğiyle…
Hava
serinler, tenimde hissederim hafif esintiyi, bu hisle belki de ilk kez
farkederim nefesimi günde, bir ürperiti ile… Herşeyden ve herkesten
uzak, ıssız bir sessizlikte, bir neden olur böylece, günü yeniden
yaşamak için yine…
***
Heves’e – iyi ki doğdun küçük kız
4-5
yaşında bir çocuk, diğer bir çocuğa “seni çok seviyorum” diye
sarılmış... Sarılınan çocuk, sevgisini gösteren arkadaşına dönüp;
“büyükler gibi mi seviyorsun?” diye sormuş. Soru üzerine gelen cevap
ise, çok içten ve sahiciymiş; “hayır! büyükler gibi değil! seni
gerçekten seviyorum!”...
Büyükler gibi sevmek; belki de sevip sevmediğini bilmemek, “olması gerekenler” listesinde bir maddeyi daha tiklemek...
Ama
çocukken “gerçekten” başlayan sevgiler vardır ki; büyüsen bile, zaman
zaman araya mesafeler girse bile, kalbinde öyle bir yerdedir ki; her
zaman sıcaktır ‘senin’ gülüşün gibi, her zaman içtendir gözünün içi
gibi, ve her zaman gerçektir bir çocuğun kalbi gibi...
Yıllar
geçse de üstünden, sen bana balkondan yüreğindeki “heves”le el sallayan
o küçük kız çocuğusun, kalbinde sevgisi hep gerçek olan...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder