Hiç çantası boyunda, mektup getiren postacı görmedim ömrü hayatımda; film ve diziler de olmasa hiç bir fikrim olmayacaktı postacılar hakkında... En çok aklımda kalanlarsa, Kemal Sunal’ın “Postacı” karakteri ve bir kült olan “Postacı Kapıyı İki Kez Çalar”filmi.
Zaman zaman kötü sürprizler çıksa da, genelde olumlu bir referansı vardır postacının; ne de olsa uzaktan haberler, müjdeler getirir insanlara... Şimdilerde sanal alemde herkes kendi postanesinin müdürüyken, kapımızı haber için çalan da kalmamıştır, sadece bizden birşey isteyenler dışında!..
Evet! artık kapımızı çalanların, telefonla arayanların bir çoğu “bir istirham” için ilgilenirler bizle; özel günler geçer, bayram seyranlar, hastalıklar yaşanır ya da mutluluklar, ama onlar yokturlar etrafta. Ne zaman bir kapının anahtarı vardır elimizde, iste o zaman ‘çok ilgili’ olurlar her ne dense !?!
İşte asıl mesele de burada başlar! Kime yardım etmeli? Kime edilmemelidir? Yoksa önemli olan yardım etmek midir? Kime olduğu önemsiz midir? Şimdi tabii herkes (inansın veya inanmasın) etik olarak, spritüel olarak ve dini olarak ‘yardım etmenin anlam ve önemi’ hakkında uzun uzun konuşabilir... Ama kendi tecrübelerimden biliyorum ki, benim kapıyı açtığım postacılar, ben postacı olduğumda, nedense hiç evde olmuyorlar nasılsa?!?... E tabii postacı da kapıyı kaç kez çalsın bu durumda... Genelleme yapmak ve herkesi aynı kefeye koymak olmaz ama... çoğu zaman ‘Anya’yı Konya’yı’ postacı olduğumuzda anlamıyor muyuz hayatta?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder