Aklıma güzel şeyler geliyor yazmak için; heyecanlar,
neşeler, eğlenceler, doğa, minik kediler... Sonra bir şeyler karalarken kendi
dağarcığımdaki yazı tahtamda, haberler geliyor gözümün önüne; çocuklar,
ölenler, yıkıntılar, virüsler, hastalıklar, düşmanlıklar... Ve birden o
hafiflik gidiyor içimden, bir kasvet, bir yorulmuşluk geliyor üzerime...
Modüler 3. Dünya Savaşı devam ederken, yakınlarda, uzaklarda,
bir yerlerde, ‘şanslıyım’ diyorum, ‘hiç savaş yaşamadım ben’...
Yaşamın, doğanın, doğanın parçası olan tüm canlıların,
savaşmak için yaratılmadığından emin bir şekilde, savaşanların gereksiz
yorgunluklarını hissediyorum sanki iliklerimde... Oysa yazmaya başladığım gibi
devam etse, ne farklı olacaktı sözcüklerim, duyulan bir kalp sesinde;
“Hiç kalp sesini dinlediniz mi, teknolojik olmayan bir
şekilde? Kulağınızı dayayarak nefesin bu haline? Bir bebeğin, bir çocuğun,
gözleri gülen bir köpek yavrusunun, evin cırcır muhabbet kuşunun, komşunun
bahçesindeki beyaz tavşanın?... Sevdiğinizin, arkadaşınızın, annenizin,
babanızın, kardeşinizin...
Yaşamı duyduğumuz tek anlardır belki de, eğer dinlersek
gelen bir dürtüyle... Yaşamın her gün, her an algıladığımızdan daha derin
olduğunu, duyarak hissettiğimiz anlar...” diye devam edecekken cümlelerime,
kendi iç gezintilerimde, birden irkiliyorum gözümde canlanan, ve aynı anda bir
yerlerde yaşanan dehşetle!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder