21 Mart 2011 Pazartesi

Kartlardan... Hayata...

‘Kart’ deyince ne gelir aklını­za? Kredi kartı mı? Oyun kartı mı? Kart vizit veya tarot kartı mı?... “Hayatta kartları doğru oynamak” gibi deyimler de vardır kullandığımız, konuşma arasında... Son günlerde yeni bir kart çeşidi ile tanıştım ben de, oldukça ilginç gelen... ‘çakra kartları’diye adlandırılan...
Enerji, reiki, düşünce gücü, kuantum teknikleri, kristal alanları gibi, mistik görünen konu ve olaylarla ilgilenmişimdir her zaman...  Ancak bu ilgi, hiç bir zaman ‘kendimi kaptırmak’ şeklinde olmamıştır, daha çok rasyonel olarak olayları algılayan beynim, sorgulamayı hiç bırakmamıştır, kanıtlara ulaşıncaya kadar...
Çakra(*) kartlarını, kısaca anlatmak gerekirse; çözüm aradığınız konularda, size yardımcı olmak için tasarlanmış ve bazı öğretileri içeren 126’lık bir destedir. Somutlaştırmak gerekirse; çözümlemek istediğiniz konuya konsantre olarak, önünüze yayılmış kartlardan birini seçiyorsunuz. Ve üzerindeki öğretinin size bir ışık olacağını var sayıyorsunuz... Mesela şöyle bir öğreti okuyorsunuz: “Düşüncelerimin özgür akışını sevgi ile gözlemliyorum”, ve sonuç aradığınız konuya farklı bir şekilde bakmaya çalışıyorsunuz... “Belki de kendi düşüncelerinizden çok, çevrenizdekilerin görüşleri ile hareket ediyorsunuzdur, kendinizi daha fazla dinlemeniz ve ona göre karar vermeniz, sizi rahatlatacaktır...” diye yorumluyorsunuz, ya da başka bir şekilde, kendinize yardım etmek hevesiyle.
Ben de bu yeni tekniği kendimce test etmeye çalışırken, farklı farklı düşüncelere daldım, kartları bir bir okurken....
Hepimiz birçok tasa yaşar, değişik değişik konuları dert eder, farklı endişelerle geçiririz dünyadaki sınırlı zamanımızı... Sonra bir olay olur, bir felaket yaşanır, ve biz seyrederken evde, rahat koltuklarımızda  televizyondan trajedyayı, geçici bir ‘uyanma’ yaşarız... Deprem, tsunami, patlama, ölüm, kayıp... dünyanın farklı köşelerinde tekrarlanan... “Bir dakika...” deriz, “...ya benim de yarınım yoksa?!”. Hayatı sorgularken o kısa uyanmalarda, yüzümüze vuruyor gerçek!.. ‘yaşamayı bilmiyoruz’ bildiğimizi sansak da!!!
Felaketler, mutsuzluk ve endişe getirir doğal yapılarıyla, ama bu felaketleri yaşamadan da mutsuz ve endişelidir toplumlarımız... çünkü ‘anı yaşamayı’ bilmeden geçiyordur hayatlarımız...
Küçük detaylarlar vardır, görmezden gelinen; kahve molamızı masa başında değil, kapı önünde güneşte yapmak, veya bir alo kadar uzakta olan arkadaşımızla iş çıkışı yarım saatliğine buluşmak gibi... Ama kaçımız kum saati akarken, yer veriyoruz bunlara gün boyunca? Herkes bir koşturmada, daha sonra da akşam evde dizi zaplamada... nerde hayat? hele yarının güvencesi yoksa?..
Ekonomi, bilişim ve enerji devi Japonya, değil aylar, değil günler... birkaç saatte ‘elveda’ dedi, büyük şaşasına, biz sabah kahvelerimizi yudumlarken ekran başında!  Belki denildiği gibi, kültür yapısından, halk soğuk kanlı karşıladı olanları, ama sonuç aynı: hazırlıklı beklenen deprem ve tsunami yok etti insanlari, binaları, ve en önemlisi ‘yarın’ı!!!
Dün geçmişte, yarın kesin olmayan gelecekte, ne kaldı elimizde? Sadece bu an! Hissedilmesi, yaşanması, gülünmesi, paylaşılması, tadının çıkarlması gereken bu an! Peki siz neredesiniz şu anda? Güneş görmeyen odanızda...
(*) çakra: insan vücudundaki enerji merkezleri

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder