Çok seslidir aslında insan. İçinde bir orkestradaki gibi,
birçok ses, fikir, düşünce ve duygu barındırır... Ancak gerçekten dinlenebilir
olabilmesi için insanın, bir flarmoni orkestrası gibi, tüm seslerini doğru
kullanmayı bilmesi, öğrenmesi gerekir.
Rahmetli anneannem, üç kardeşini art arda kaybettikten
sonra, aile toplantılarında en büyük zevklerinden biri olan ud çalmayı
bırakmış, çok yetenekli olsa da. Ama tüm torunlarına onun müzik sevgisi geçmiş
ki; hepimiz tanışmışız enstrümanlarla,
daha okuma-yazmayı öğrenmeden, küçük yaşlarda...
Enstrüman çalmak, çok sesli toplulukların içinde bulunmak;
ilgi, yetenek ve çalışmaya bağlı olsa da, bu alanda en önemli unsur “dinlemek”,
“duyabilmek”tir aslında. Dinlemeden ve duymadan, doğru icra edebilmek, bir
sesin içinde olabilmek mümkün değildir; Ludwig van Beethoven olmadığınız
durumda.
O yüzdendir ki, gerek klasik, gerek modern, gerek jaz, blues
ve tüm müzik tarzları icrasında; ahenk, senkron, doğru ses yakalanmıştır perform
eden gruplarda, aynı insanın kendi içinde yakalaması gerektiği gibi yaşamında...
Kendimizi ifade ederken, hem içimizi, hem de çevremizi “dinlemeyi”
unuttuğumuz anda; bizi dinleyenlere gürültüden başka birşey aktaramayız
sonunda. İç ahengi yakalayamamışsak ne dediğimiz anlaşılmaz; dış ahengi
duyamıyorsak, çıkardığımız sesler çatlar, kulak tırmalar, ifade esnasında...
O yüzdendir ki, dinlemek ve duymak çok önemlidir kendini
anlatmada; dağda bir kulübede yaşasak da, ya da şehrin ortasında...