29 Aralık 2014 Pazartesi

Aralık Yağmuru İle...

Birkaç haftadır yazı yazmıyorum. Çünkü beni etkileyen, yazmaya iten politik konularda kendimi ifade etmeyi sevmiyorum. Herkesin durmadan eleştiri yaptığı ve lafla peynir gemisini yürütmeye çalıştığı bu ortamda, a-politik duruşu tercih ederken, yazdıklarımla o güruhun arasında olmak istemiyorum. Ama büyük konuşmamak lazım işte; bastırmaya çalıştığım düşünceler, parmaklarımın ucundan, klavyede hayat bulmaya başlıyor, ben çok istemesem de...

Aralık yağmuru ile, çok dallanıp budaklanmadan, elimden geldiğince konuyu kısa tutmaya çalışıyorum; yazacak ve söyleyecek, yazılan ve söylenen onca şeyin ardından.

10.12.2014, arabamı Mahmut Paşa park yerine bırakmış, Işık Kitabevi’nin bulunduğu sokaktan Girne Caddesi’ne doğru yürüyorum, bir önceki gün yağan yağmurun oluşturduğu gölcüklerin etrafından dolaşıyorum. Evini, su baskınından korumaya çalışırken, parmağı garaj kapısı altında kalarak kopan arkadaşımı düşünüyorum, geceyi nasıl geçirmiştir diye... İçimden de, her değişen yönetimle, değişmeyen statükoyu sorguluyorum; ne partiler, ne hükümetler, ne belediyeler gördük de; sonuç hep aynı oldu diye...

Tam bu sırada, yol kenarına park etmiş arabadan bir kadın ve bir erkek iniyor. Kıbrıslı değiller, konuşmalarından anlıyorum. Kadın, spor ayakkabı ve türbanı kombinlemiş önümde yürüyor ve yanındaki erkekle konuşuyor. Türban, bana göre bir özgürlük göstergesi olduğu için beni rahatsız etmiyor, ama beni asıl rahatsız eden; aralarında yaptıkları “Kıbrıs Meselesi” yorumları:

“Zaten ‘bunlardan’ (Kıbrıslılardan) birşey olmaz” diyor adam, “...en sonunda bir vali ‘atanacak’, dairlere de 20 adam ‘gönderilecek’, bu iş çözülecek”. Kadın da tasdikliyor bu düşünceyi “...olacak en sonunda, ama ne zaman?” diyor, belli ki o günün gelmesini bekliyor.

“Yaaaa...” diyorum kendi kendime, işte böyle oluyor en sonunda; yok nüfus azalmasın, yok oy alalım diye azınlık durumuna gelirse bir toplum, sokakta yürüyen “yerli” kimse kalmıyor, etrafımızda! 100,000 kişiyle hayatı kurabilmek ve idame ettirebilmek varken, 250,000+ kişiyle bu hale geliyor doku, “Vali” ve “20 iyi (?!?) adam” bekleniyor bir yerlerden, getirmesi için memleketi bir yerlere...

Biz de devam edelim, parti transferlerine, üçlü kararnamelere, yerli sektörü yok etmeye... açalım kucağımızı “kardeşlere”... Ne de olsa “gelen Türk, giden Türk” demişti bir politikacı ülkemizde, memleketi gitmiş elden, herhalde alkış tutuyordur şimdi, bulunduğu yerden!

Sevgili Hasan Kahvecioğlu yağmurlu günü özetlerken; "Dünya'da yağmurdan korkan tek toplum olduk!" demişti bana... Bu yağmurlar yağar, sözde siyasetçiler, sözde politikalar üretirken, toplum  olarak yadsıdığımız diğer “yağmurları” merak ediyorum, acaba ne durumda?... Ne zaman vuracak suratımıza?..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder