Kitabı
bilenler hatırlayacaklar, Emin Çölaşan’nın “Turgut”unu; bayağı gündeme
oturmuş, ses getirmişti Türkiye ve Kıbrıs’ta, dönemin ANAP iktidarı ve
anlatılan yaşanmışlıkları... Tabii kalabalık ülkelerde, Kıbrıs
toplumundan farklı olarak, bir kaç kişi sivrilebilir, herkesin gündemine
oturabilir ancak; çünkü iyi ya da kötü bir gelişmenin, bir haberin, bir
olayın, milyonlar içinden sıyrılabilmesi o kadar da kolay değildir
aslında...
Ama
bizdeki gibi herkesin herkesi bilmesinin olasılık dahilinde olan
nüfuslarda, genelde bir “turgut sendromu” almış başını gitmekte! Herkes
sanatçı, herkes ödüllü gazeteci, herkes yazar, çizer, icra eder, herkes
büyük patron, herkes en iyi politikacı, herkes ünlü “celebrity” olarak
görülmekte...
Bu
ego büyüklüğü, önceleri canımı sıkar, durur, insanlara eski tabiri ile
‘meram anlatmaya’ çalışırdım, dünyada bir yerlere gelebilmenin ne
olduğunu; öyle iki kalem oynatma, yerel gazetede bir iki resminin
çıkması, bir kaç beğeni almakla ancak “kendi çöplüğünde horoz”
olunduğunu... Ama sonra vazgeçtim bu tutumumdan, ve eğlenmeye başladım
seyre daldıklarımdan...
Gerçekten
bir ‘sit-com’ dizisindeki karakterler gibi “kendi kümesindeki”
politikacılar, sanatçı ve “önemli” gruplar, bir yerlerden bir yerlere
koşmaktalar... Ama dünya nereden nereye koşuyor anlamamaktalar... Tam
bir deney laboratuvarı gibi olan bu topraklarda, eminim izleniyor olsak,
güzel hikayeler çıkardı, gerçekten uzak yaşanmışlıklarla...
Bilmeden
bilgin, görmeden görgülü olanlarla, uğraşmak da var ama, anlamayana
davul zurna az durumlarda, bırakacaksın koşsunlar kendi etraflarında...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder