6 Eylül 2013 Cuma

Mutlu musun?..



Bir heyecan aklımdaki konuyu yazıya dökmeye çalışıyorum; insanlar, bağlılıklar, hayat üzerine... Düşünmüş, kendimce yorumlamış, eleştirmiş, yazmaya hazırlanmışım... ve yazıyorum...
Bu esnada bir misafir. Konuyla alakasız. Yazmakta olduklarımla ilgisi yok. Ama konuştuğumuz şeyler o kadar farklı ki, üzerinde çalıştığım yazıyı yazmaktan vazgeçiyorum. Neden mi? Çünkü konuyu değil, kendimi sorgulama zamanı...

Misafirim, özel bir medya şirketinde pazarlama yapıyor, ve bu işte çok başarılı. Sevdiği işi yapmanın ve bunu paylaşmanın güzel enerjisini yansıtıyor çevresine... Düşünüyorum “kaçımızda bu enerji var” diye... Çoğumuzda olsa, “pazartesi sendromu” diye birşey olmaz, her Cuma sosyal medyadaki statüsler “TGIF” (Thanks God Its Friday/Tanrıya şükürler bugün Cuma) şeklinde güncellenmezdi. Arkadaş toplantılarının vazgeçilmez konularından biri olan “iş durumu” hakkında şikayet edilmez, aldığımız maaşa değil yaptığımız işe odaklanırdık...

İtiraf edelim, çoğumuz hayallerimizi ay sonu alacağımız “maaş”a satmadık mı?.. Hadi sesli olmasa bile kendinize itiraf edin!..

Kendimizi hep güvende hissetmek istiyoruz. Ama güveni kendimiz şekillendirmiyor ve yaratmıyoruz. Onu kurumlarda, şirketlerde arıyoruz. Bu sebeple de Pazartesi enerjimiz  kesinlikle “tatsız” oluyor...
Muhakkak bu şirketlerde hayalindeki işi yapanlar da vardır; şimdi kurunun yanında yaş da yanmasın, ama genelde; dekorasyon, çizim, müzik, takı tasarımı, moda, bilgisayar oyunları, müzik sistemleri ve niceleri... gibi konularda duymuyor muyuz “Ben bunu yapsaydım, çok daha mutlu olurdum, ama para kazanamazdım” diye...

Para kazanmanın güveni bir yana, bu olguya biraz da biz sığınıyoruz sanki; hayallerimizden vazgeçmenin suçunu azaltmak için üstümüzden...

“Yarın ne olacak?” “Emekliliğim olacak mı?” “Maaş artışı verecekler mi?” diye... 30 yıl çalışıp, sonra çok mutlu değil ama paralı bir şekilde hayatımızı sonlandırıyoruz.

Aynı John Lenon’nun anısındaki gibi; “5 yaşındayken annem bana ‘mutluluğun’ yaşamın anahtarı olduğunu söylerdi hep. Okula gittiğim zaman, bana büyüyünce ne olmak istediğimi sorduklarında; ‘mutlu’ cevabını vermiştim ben de... Bunun üzerine konuyu anlamadığımı söylemişlerdi bana, cevap olarak yaşamı anlamadıklarını söylemiştim ben de...”

Evet! Aslında “bizler” yaşamı anlamıyoruz doğru şekilde...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder