Aldığım bir sürü kitap var okumadığım, okumaya başlayıp
yarım bıraktığım. Pek huyum değildi aslında bu tamamlanamamışlıklar, ama bir
türlü beni çekmiyor artık, başka hikayelerdeki yaşanmışlıklar...
Belki bir hazmetme sürecindeyimdir dağarcığıma aldığım
hikayeleri, ya da zamanın daha hızlı aktığı yerde, uzun hikayeler yoruyordur
beni, kim bilir?
Her sabah başka bir sabah şimdilerde, 3 gün önceki dünyamız,
değişmiş oluyor 3 saat önceki dilimde. Sıkıştırılmış paketlerde, hazır yiyecek
gibi, sıkıştırılmış hikayeleri yaşıyor, yaratıyoruzdur o yüzden, belki de...
Ama bu sabah farklı uyandım, evin yanlışlıkla çalan alarm
sesiyle. Panik, bu hafta sonu sabahımı, yatağa geri dönüşe bırakırken, uzun
zamandan sonra gözüm ilişti perdenin arkasındaki yaşayan resime. Sabahları,
sadece camı açıp hızla bir yerlere koşan ben, bu kez dışarıyı izledi, yeşili
maviyi ilk kez görüyormüş gibi yeniden...
Yaşadığımız hayatın doğasına ters bu dinginlikte, gün de
farklı aktı, anlayamadığım, unuttuğum bir sakinlikte...ve bir çok tadı alınmış
olayları devirirken gün takviminde, bu kez kırmızı kapaklı defterin sayfalarını
karalamaya başladım, keçeli uçlu kalemimle...
Tüm yazıları, hayatı, tuşlara basarak anlatan ben, uzun
cümleleri kalemin sayfalardaki sesi ile yazdım, yeniden...
Uzak kalmak iyi geldi koşan seslerden, ve bir sözü hatırladım
satırlarımı tamamlarken Shakespeare’den. Mutluluğu tanımlamış bir gün kendince,
ve özetlemiş “ölmeden önce yaşamaktır mutluluk” diye...
Konuşmadan önce dinlemek, yazmadan önce düşünmek, incitmeden
önce hissetmek, nefret etmeden önce sevmek, dua etmeden önce affetmek ve
vazgeçmeden önce denemek!..
Ölmeden önce yaşamak, camın arkasındaki hayatı, ve duymak
kalemin kağıtla dansındaki şarkıyı...