Yazının
adı melankoli ama, konu melankoli değil sözcük anlamı ve tanımıyla. O
kadar çok kullanıyoruz ki bu kelimeyi, aynı depresyon gibi, sanki
hafifliyor gerçekliği son zamanlarda. Her iki sözcük de, anlamları
itibarıyla, günlük hayatlarımızda kullanabileceğimizden çok daha ağırlar
ama, aynı temposu ve sözleriyle ciddi bir tezatı barındıran, Kayahan
şarkısındaki gibi “... veeee Melankoli” deyip, geçiştiriyoruz işte,
yaşamda...
Son
günlerde, geçmişi pek bir anımsıyorum nedense, melankoliyle değil, ama
bir çeşit özlemle. Sorguluyorum bildiğim dokudaki değişiklikleri; bazen
hüzün, bazen neşe ile...
Mesela
Çağlayan’daki Bayram Yeri’ni hatırlıyorum, şu anda nüfusun çoğunun
bilmediği, pamuklu şekerle uçaklara ve çarpışan arabalara binişimi
babamla ve çekip çekip kazanamadığım oyuncakları ağlamayayım diye
alışını, kazandım zannederek belli bir yaşta... Yaz geceleri Resa’nın
limonlu dondurması için Lefkoşalıların hisar üstüne gidişlerini ve yer
bulamayışlarını o küçücük mekanda...
Dereboyu’nda
çok az bina olduğunu hatırlıyorum, neredeyse hiç dükkan olmayışını ve
sessiz bir karanlığa bürünüşünü, akşam sularında. Lefkoşa Burhan
Nalbantoğlu Devlet Hastehanesi’nin şehir dışı sayıldığını, ve Ortaköy
Halk Fırını’nın Pazar akşamları sıcak çörek, yeni kavrulmuş fıstık ve
helva sattığını...
Lefkoşa
– Girne, Lefke, Mağusa yollarının tek şerit olduğunu ve kıvrılarak
gittiğini, yaz aylarında Mare Monte Plajı’nın ne kadar kalabalık
olduğunu ve Salamis Hotel’in ne kadar revaçta olduğunu hatırlıyorum, bir
çok özel anıda...
Zamanla
toplumların kabuk değiştirmesini normal karşılamakla birlikte, aynı
çocukluğu yaşadığım insanları daha bir çok arıyorum şu sıralar çevremde,
nedense... Sadece bize özel hikayeler, olaylar ve o büyüme sancılarını
yaşadığım insanlar, daha bir iyi geliyor içime...
“veeee Melankoli” işte, yağmurlu bir günde, Lefkoşa Surlar İçi’nde...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder