Bazen
insanların hayatlarına bir “his” olarak gireriz... Belki bir şeyler
anımsatırız geçmişlerinden, ya da bir dönüm noktası oluruz
geleceklerine... Öyle, ya da böyle; bir “his” olur, bir duygu olur,
etkileriz yaşamlarını ve yaşam amaçlarını.
İyi
ya da kötü, bir his ya da duygu yaratmıyorsa insanlar hayatlarımızda,
his-siz olanların anlamı da kalmaz bizim yaşam yolumuzda...
Ne
hissediyorsunuz karşınızdakiler için? Nasıl duygular uyandırıyorlar
sizde?.. Sevgi? Huzur? Huzursuzluk? Öfke? Neşe? Aşk? Arzu?.. Tiksinme?..
Olmalı isimlendirebileceğiniz duygular o kişilerde... Ama ya hiç bir
his uyandırmıyorlarsa sizde!?..
Ne
şekilde olursa olsun bir “hiç” duygusu üzerine kuruluysa ilişkileriniz,
ya da o noktaya gelmişse yaşananlar... O zaman aslında varlıkları,
yoklukları, dedikleri, demedikleri bir anlam taşımaz hayatınızda...
Onlar, sıradan birer obje, sadece birer figürandır artık sizin duygu
dağarcığınızda...
Durun
ve düşünün, ne hissediyorsunuz diye? Yanınızda olmasa bu insanlar,
arayacak mısınız onları; sizde yarattıkları duyguları ile? Özleyecek
misiniz; sebep oldukları huzursuzlukları bile? Düşünecek, merak edecek
misiniz ben onlarda ne hissi uyandırıyorum diye... Yoksa bu sorular bile
bir hissizlik mi yaratıyor sizde?!
“Hissetmeden yaşanmaz” dememişler boş yere, hissetmiyor ve hissettirmiyorsanız, tüm laflar boşta, nafile..