Biz
ilk okulda öğrenmiştik sanırım "duyu"larımızı, hayat bilgisi dersinde;
bir çok şeyi öğrenip, öğretmen olmayı hayal ettiğimiz dönemlerde...
Üzerinden çok zaman geçti elbette, "6. His"lerle, "5. Element"lerle
farklı bakış açıları girdi algılarımıza böylece...
Ancak
yeni olgular, teknolojiler ve sanal iletişimle tanışırıken, bazı
duyularımızı doğal haliyle kullanmayı da unutmaya başladık git gide...
Ekranlara bakıyor, klavyelere dokunuyor, hoparlörlerden işitiyoruz
dünyayı, gdo'lu gıdalardaki tatları alıyor ve kokluyoruz kimyasalları,
ama gerçekte değil bir illüzyonda "duy-u"yoruz yaşamı, yeni şekliyle...
Görmek,
duymak, koklamak, tat almak bir şekilde tüm yaşam türlerinde
görülebilse de, insanlara bahşedilmiş, ellerimizi, incecik
parmaklarımızı ne kadar kullanıyoruz bir düşünsenize? Toprağa ne kadar
çok dokunuyoruz? Ya da salıncak kuruyoruz büyük bir ağaca? Gördüğünüz
bir sokak kedisi veya köpeğini beslerken, eliniz sevgiyle de dokunuyor
mu ona? Hiç yağmurda ıslanmak için şemsiyesiz yürüyor musunuz, hissetmek
için yüzünüzde tazeliği? Ya da çıplak ayak basıyor musunuz toprağa,
deniz mevsimi dışında?...
Sentetik
odalarda, sentetik eşyalarla yaşamaya çalışıyoruz, tüm yaradılışımıza
ters ortamlarda, sonra da mutsuzluğumuzu sorguluyoruz danışmanlarla..?!
Mutlu
olmak doğal haliyle "duy-u"larımızla yaşamak aslında; çıplak ve detone
sesle arkadaşlarımızla şarkı söylemek, dünyaya ellerimizle dokunmak,
dokunurken hissetmek, zaman ayırıp kendi yaptığımız çöreğin kokusunu
duymak, tadına bakmak, ya da denizin tuzunu yaşamak...
Gerçekten yaşamak; duyularımıza güvenmek ve duymak...