14 Temmuz 2014 Pazartesi

Duy-u

Biz ilk okulda öğrenmiştik sanırım "duyu"larımızı, hayat bilgisi dersinde; bir çok şeyi öğrenip, öğretmen olmayı hayal ettiğimiz dönemlerde... Üzerinden çok zaman geçti elbette, "6. His"lerle, "5. Element"lerle farklı bakış açıları girdi algılarımıza böylece...

Ancak yeni olgular, teknolojiler ve sanal iletişimle tanışırıken, bazı duyularımızı doğal haliyle kullanmayı da unutmaya başladık git gide... Ekranlara bakıyor, klavyelere dokunuyor, hoparlörlerden işitiyoruz dünyayı, gdo'lu gıdalardaki tatları alıyor ve kokluyoruz kimyasalları, ama gerçekte değil bir illüzyonda "duy-u"yoruz yaşamı, yeni şekliyle...

Görmek, duymak, koklamak, tat almak bir şekilde tüm yaşam türlerinde görülebilse de, insanlara bahşedilmiş, ellerimizi, incecik parmaklarımızı ne kadar kullanıyoruz bir düşünsenize? Toprağa ne kadar çok dokunuyoruz? Ya da salıncak kuruyoruz büyük bir ağaca? Gördüğünüz bir sokak kedisi veya köpeğini beslerken, eliniz sevgiyle de dokunuyor mu ona? Hiç yağmurda ıslanmak için şemsiyesiz yürüyor musunuz, hissetmek için yüzünüzde tazeliği? Ya da çıplak ayak basıyor musunuz toprağa, deniz mevsimi dışında?...

Sentetik odalarda, sentetik eşyalarla yaşamaya çalışıyoruz, tüm yaradılışımıza ters ortamlarda, sonra da mutsuzluğumuzu sorguluyoruz danışmanlarla..?!

Mutlu olmak doğal haliyle "duy-u"larımızla yaşamak aslında; çıplak ve detone sesle arkadaşlarımızla şarkı söylemek, dünyaya ellerimizle dokunmak, dokunurken hissetmek, zaman ayırıp kendi yaptığımız çöreğin kokusunu duymak, tadına bakmak, ya da denizin tuzunu yaşamak...

Gerçekten yaşamak; duyularımıza güvenmek ve duymak...

Hayatındaki Kadın

Kim? Kiminle? Nerede? Ne Yapıyordu? Kim Gördü? Ne Dedi?.. Hatırlar mısınız böyle bir oyun vardı... Komik olsun diye garip garip şeyler yazardık çizdiğimiz sütünlara, sonrasında gülelim diye okuduğumuzda... Hatta bir kaç yıl önce bu oyunu tekrar oynadık arkadaşlarla, çok çok eğlendik hiç ummadığımız bir anda...

Oyun bir yana, “Kim? Kiminle?” kısmı hep ilk beş konu arasında; işte, evde, arkadaş topnatılarında, çünkü çok meraklıyız başkalarının hayatlarına... Bir de bizim gibi küçük toplumlarda, herkes tanıdık, herkes aynı mekanlarda olunca, sosyal medya da olukça aktif kullanılınca, birbirimizin niyetlerini bile okumaya başladık sanki telepatik yollarla...

Genellikle hep bir kadın gözüyle değerlendirdiğimiz bu konuda, belki de bazılarınızın bildiği bir yazıyı paylaşmak istedim bu hafta... Farklı bir cinsiyet, farklı ve çok güçlü bir kalemin anlatımıyla... 
 ***

Ahmet ALTAN, “Bir Erkeğin Hayatı Seçtiği Kadındır...”
Bir erkeğin düşünsel yeteneği, estetik birikimleri ne olursa olsun, hayatta durduğu kat, içine doğduğu kattır, tanıdığı ilk kadının, annesinin onu bıraktığı kat...

Giyim zevkinin bulunmadığı bir bahçede doğduysanız, giyim zevkinizin gelişmiş olduğu bir bahçeye sizi ancak bir kadın götürür, sofraların inceliklerle donatılmadığı bir katta doğduysanız, incelikli sofraların bulunduğu kata sizi götürecek olan da bir kadındır.

Birlikte olduğunuz kadın değiştiğinde, değişen yalnızca bir kadın değildir, hayatın neredeyse bütünü değişir, bir başka kata, bir başka bahçeye geçersiniz, orada herşey farklıdır.
Dinlediğiniz müzik, okuduğunuz kitap, yediğiniz yemek, gittiğiniz yerler, buluştuğunuz arkadaşlar, hatta taktığınız kravat bile değişir. Bir erkeği hayatın içinde kadınlar gezdirir, hayatın katları arasında kadınlar dolaştırır.

Zevkli bir kadına rastlarsanız zevkiniz, bilgili bir kadına rastlarsanız bilginiz, esprili bir kadına rastlarsanız espriniz, zeki bir kadına rastlarsanız zekânız gelişir; yeni huysuzluklar, kaprisler, kavga nedenleri, acılar da öğrenirsiniz.

Hayat, kutsal kitaplarda anlatıldığı gibi kat kattır; Babil'in asma bahçeleri gibi teraslar halinde yükselir. Bir terastan bir terasa sizi kadınlar götürür. Ve, bugün durduğunuz teras, seyrettiğiniz manzara, gördüğünüz hayat, yanınızdaki kadının terası, manzarası, hayatıdır; hayatın hangi katında durduğunuzu, yanınızdaki kadının durduğu kat belirler.

Hayatınız, seçtiğiniz kadındır. 'Bir kadın değil. Bir hayat seçersiniz çünkü.
***

Hayatınızdaki kadınlara dikkat edin o zaman; gökdelenin en üst katından, bodrum katına sizi onlar taşıyacak siz pek farkında olmasanız da... Sonra “ben burda ne arıyorum???” diye sormak da var, günün sonunda...

1 Temmuz 2014 Salı

“Bit”li ! . .



İşten çıkmışım, Lefkoşa’nın ara sokaklarında, havanın iyice ısınmasından duyduğum sıkıntı ile ilerliyorum. Klimalı ortamlardan çıkınca tam bir mevsim şoku yaşamanın üzerimde bıraktığı ağırlığı ile yürüyorum...

“Ara sokaklar, ara hayatlar, ara insanlar mı etrafta olanlar?.. yoksa arka sokaklar, arka hayatlar, arka insanlar mı söz konusu?..”.  Zaman zaman kendimi yaparken bulduğum bir iç diyalog ve yüzümde hissettiğim yazın alevi ile devam ediyorum yoluma...

Ve en sonunda arabadayım. Nasıl yaşamıştık bizler yıllarca klimasız evlerde, arabalarda? Anneme mi benziyorum giderek bu yıllarda? O da sürekli bir geçmiş mukayesesi yapmakta...

Bu kez kıvrılan yollarda, arabanın soğuk iç havasıyla ilerliyorum, şimdi daha rahatm, ama zihnimdeki diyalog, belki de monolog, devam ediyor kıvılarak bir oyunda... Dar bir sokakta, doğrudan asfalta açılan bir evin kapısında, bir kadın ve bir çocuk; bit kontrol noktasında...

Gülümsüyorum ...

Kendi bitendiğim zamanları hatırlıyorum, bir de tüm sınıfın bitsiz, sınıf hocamızın bitli olduğunu öğrendiğimiz ilk okul günlerini... Kendi kendime gülüyorum bu kez arabada... Bitli çocuklar diyorum; bitli insanlar, bitli şehirler, işte bu hayat oyununda...

Sahi Lefkoşa ne zaman bitlendi, bilen, hatırlayan var mı aranızda? Ne zaman bu şehrin ara / arka sokakları  kaldı bizim ilk okul yıllarımızda?.. Kimler talip Lefkoşa’nın bitli saçlarını temizlemeye bu arada?.. Kim gerçekten tarayacak o siyah saçlarını şehrin? Sevecek... koklayacak... ve anlayacak unutulmuş güzelin?..