Geç bir saatte yatıp, çok erken uyandım bu sabah. Böyle
uyanmamın, fiziksel ciddi bir sebebi yoktu aslında; hissettiğim hafif baş
ağrısı dışında... Sadece üç saat uyumuş ve gözlerimi açmıştım sessiz karanlığa,
başka hiçbir harekette bulunmadan, hiçbir kasımı oynatmadan... İki dakika
öncesiyle tek farkım; beynimin ve gözlerimin açık olmasıydı, vücudumun gerisi
bi haber bu durumdan...
Sıklaşmaktaydı bu uyukusuzluk durumları; önce altı saatten
dörte, sonra üç buçuğa, sonra da üçe düşmüştü süre. Benim için bu, pek de hoş
değildi; ve sormaktaydım “niye?” diye...
Sanki beynim, en sessiz ve en rahatsız edilmeyecek
zamanlarda; beni uyandırıp, genellikle ertelemeyi tercih ettiğim, ve bir
şekilde uyuyarak kaçmak istediğim, o yüzleşmeler için dürtüyordu beni. Sabahın
en yalnız saatlerinde, üst üste kahve içmiş ve uyanmış gibi zihnim, tek tek
kaçışları çağırıyor “hadi yüzleş” diyordu, “şu anda gidecek yok yerin!”
Yaşamı, kolay ve ‘sorunsuz gibi’ yaşayabilmek için
yapıyordum belki de bu kaçışları, ama içimde bir yerlerde, çalışan başka bir
mekanizma, benden daha çok çözmek istiyor; halının altına ittiğim her düğümü,
çağırıyordu karşıma...
Çocuk gibi gözlerimi sıkıca kapatıp, beynimi susturmaya
çalıştım... Düşünmek istemiyordum, karar almak, hareket etmek... Yüzleşememek
rutin hale gelmişti ve ben uyku örtüsünün altına saklanmıştım yine, sessizce...