22 Şubat 2011 Salı

Avaremu...

Dünyaca ünlü bir Hint filmiydi “Avaremu”... konusunu tam hatırlamıyorum, ama müziği aklımda kalmıştır hep... Bir aya yakın bir süre hiç bir şey yazmayıp, avare avare dolaştığımdan olsa gerek, yazıya böyle başlayalım, bakalım bizi nereye götürecek diyorum... kanepede uzanmış, yağmurun yağmasını bekleyerek...

Avarelik iyi bir şey midir?.. Son bir yıla yakın süredir, böyle yaşıyorum... İş güç yok, sorumluluk yok, kimsenin ağız kokusunu çekmek yok... Sanki kulağa hoş geliyor gibi, ama bunun yanında; ekonomik bağımlılık, iş muhitlerinden uzaklaşma, ve “nerede çalışıyorsunuz” sorusuna verdiğiniz cevapla karşılaştığınız ilginç yüz ifadeleri var... ve terazinin dengesinin, günlük ruh halinize göre değişmesi...

Bir arkadaşım, bu sürecin, kendimi daha iyi tanımamla ilgili bir yolculuk olduğunu söylüyor, bakalım son durak neresi? Avarelik yolculuğumda; bol bol kitap okuyor, yeni ortamlara giriyor ve bir yavru köpeğe annelik yapıyorum... Bu süreçte farkettiğim bazı konuları da sizinle paylaşmak istiyorum.

Çalışmadığım, ve buna bağlı olarak ‘arkamdan konuşan insanların’ olmadığı bir konumda olduğumdan, dedikodu veya can sıkıcı laflar konusunda ciddi bir temizlenme yaşıyorum... ‘O, bunu dedi. Bu, bunu yaptı yok!’, gece yatarken veya sabah kalktığımda, sadece kendimle ilgili yapmayı planladığım şeyler aklımda... ‘Hesaplaşmalar, gerginlikler yok!’, iletişimde olduğum insanlar, sadece ben olduğum için yanımda... ‘Sureten diyaloglar yok!’... Uzun lafın kısası, daha rafine insanlarla, daha doğal ve içten bir yaşam... Daha çok yürüyüp, daha çok fark ediyorum rüzgarı ve güneşi, daha çok anlıyorum mevsimlerin değiştiğini, günlerin uzadığını, elime kahvemi aldığımda kokusunu duyarak içiyorum, yağmuru seyrederken... Hayatı sadece yaşamıyorum, yaşananları da izliyorum; sokaktaki, evdeki, alış verişteki insanları daha farklı gözlemliyorum... ama her şeyden önemlisi düşünüyorum! Daha önceleri ne kadar az ‘gerçekten’ düşündüğümü fark edip şaşırıyorum...

Halbuki ne acı, insanların yaşam koşuşturmasında yaşamı hissetmeyi ve düşünmeyi unutması!!!... Herkese ‘avare’olun, ve hayatı duymaya çalışın, bunun için de hiç bir iş yapmayın demiyorum tabii... Ama yaşarken, o koşuşturmada ‘nefes almayı’da unutmayın sadece!

Hayat bir yolculuksa ve zaman da sınırlıysa... Cahit Sıtkı Tarancı ile düşünelim biraz da:

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.

1 Şubat 2011 Salı

Sevgililer Günü

­Gazetede sevgililer gününe yönelik birçok organizasyon ilanı görünce, ister istemez reklam edilen bu programları düşünmeye başladım... Genelde ‘hafta sonu konaklama ve bir ünlü şarkıcı eşliğinde gala yemeği’ olan otel, ‘canlı müzikle yemek’ şeklinde restoran ve ‘güne özel hediyelerin belirli indirimler kapsamında olduğu’na yer veren mağaza reklamları var!.. Sıradan, alışılagelmiş bir pazarlama yumağı...

Yanlış anlaşılmasın, ben bazıları gibi, bu günün önemsiz olduğundan, ve tüketim toplumuna yönelik bir balon olduğundan bahsetmeyeceğim, zaten kesinlkle özel bir gün olduğuna da inanıyorum, ama mevcuttan çok daha farklı bir konseptte geçirilmesi gerektiğine de...
Dünyada binbir çeşit sevgili ilişkisi vardır herhalde, ve her ilişki kendine has bir şekilde yaşanır; kiminde duygusallık, kiminde cinsellik, kiminde maceraperestlik... gibi farklı yaklaşımlar ön plandadır. Bu bağlamda “mass production”, toplu sevgililer günü kutlamaları da anlamsızdır...  Mesela gül göndermek, veya sevgililer yemeğine gitmek, hafta sonunu bir otelde geçirmek, tek taş yüzük almak... vs vs vs, kısaca gazetedeki ilanların birine tav olmak!
Önemli olan karşınızdakini gerçekten düşünmek, tüm yaşadıklarınızda vediği tepkilere göre, o kişi için özel olabilecek bir sürpriz hazırlayabilmek, fiyatı önemli değil, ister 10TL’ye mal olsun, ister 1000TL’ye, bu da artık bütçenize göre... Mesela, aksiyon filmlerini çok seven birine; çiçek alıp, yemeğe çıkarmak yerine, Matrix Trilogy dvd serisini almak, çok romantik birine; eski dönemlerde olduğu gibi etkileyici bir mektup yazmak, el yazınızla, hiç elektronik ekipman kullanmadan ve posta yoluyla ona göndermek, scuba yapmayı seven birine, erken rezervasyonla oldukça uygun bir fiyatla, yaz ayları için, dünyanın önemli dalış noktalarından birinde yer ayırtmak, spor seven birine; bir fitness merkezinden üyelik, teknoloji hastası birine, çantasında taşıyabileceği küçük bir notebook almak...
Ne tek taş, ne beş yıldızlı otelde konaklama, sevgilinizi gerçekten önemsiyor ve ona özel hissettirmek istiyorsanız, ona, onun yaşam tarzında bir armağan veya sürpriz çok daha anlamlı gelecektir; detaylara önem veren birine, tüm gün için minik planlamalar yapmak gibi; sabah uyandığında bir balona bağlı, odada uçan bir ‘seni seviyorum’ notuyla başlayan... ve yastığında kalp şeklinde bir çikolata ile son bulan...
Sevgi özelse, her ilişki kendine hassa, her sevgili tekse hayatta, sevgililer gününde de ilişkiye uygun bir program yapmalı... nasıl rockçu, popçu olmayı istemiyorsa, her bayana  ‘Barbie’, her erkeğe de ‘Prince Charming’ beklentisiyle bakmak niye?..
Bu yazıya özel, bir şarkı; Elvis Costello, “SHE” –  soundtrack, Notting Hill, 1999
She
May be the face I can't forget
The trace of pleasure or regret
May be my treasure or the price I have to pay
She
May be the song that summer sings
May be the chill that autumn brings
May be a hundred different things
Within the measure of a day
She
May be the beauty or the beast
May be the famine or the feast
May turn each day into a heaven or a hell
She
May be the mirror of my dreams
The smile reflected in a stream
She may not be what she may seem
Inside her shell
She
Who always seems so happy in a crowd
Whose eyes can be so private and so proud
No one's allowed to see them when they cry
She
May be the love that cannot hope to last
May come to me from shadows of the past
That I'll remember till the day I die
She
May be the reason I survive
The why and wherefore I'm alive
The one I'll care for through the rough in ready years
Me
I'll take her laughter and her tears
And make them all my souvenirs
For where she goes I've got to be
The meaning of my life is
She
She, oh she

Sevgililer gününde sevginiz bol, sürpriziniz çok olsun...